30 Nisan 2014 Çarşamba

Sheinside ve Ebay - Takı Alışverişi

Merhaba,

Ebay'den 1, Sheinside'dan 2 kolye sipariş etmiştim. Art arda geldiler. Yaşasın beklenmedik anda kargo gelmesi!

İkisi de ilk kez alışveriş yaptığım sitelerdi. Ebay'den alışveriş yapmamış kimse yoktur sanırım, o yüzden bahsetmek bana pek düşmez :).  Kısaca şöyle: paypal hesabı kullanmadan doğrudan kredi kartıyla da alışveriş yapılabiliyormuş. Ancak kargomun hangi aşamada ve nerede bulunduğunu takip edemedim, belki paypal hesabım olsa edebilirdim bilemiyorum. Elime geçmese de üzülmeyeceğim, gözden çıkarabileceğim tutarlarda siparişler vermeye devam edebilirim gelecekte. Zira biraz "siparişi ver, gelirse senindir gelmezse hiç senin olmamıştır" hissiyatında oldum kargomu beklediğim 20 günlük dönemde. Elime geçeceğinden hiç emin olamadım.

Sheinside ise süper süper süper bir site: Yurtdışından alışverişte daha önce Asos'u 4-5 defa kullanmıştım.  Orada da bir sefer sıkıntı yaşadım, yardımcı oldular ve neticede hepsinde siparişim elime sağlam ulaştı. Ancak sheinside  kesinlikle daha iyi,  tüm övgüleri hak ediyor. Neden?

Çünkü siparişi verdiğiniz andan itibaren sanki trendyol'dan markafoni'den sipariş vermişçesine takibi mümkün. Sipariş kargoya verilene kadar "paid" gözüküyor, verilince "shipped" aşamasına geçiliyor ve orderınızı takip etmeniz için bir link ile bir tracking number veriliyor. Buradan kargonuz gönderici ülkeden çıktı mı, türkiye'ye vardı mı, -benim olayımda- istanbul'a geldi mi, istanbul'da ne durumda heppisini görebiliyorsunuz. Gözünüz arkada kalmıyor.

Gelelim kolyelere:




Bu geyikli şu sıralar favorim. Özellikle böyle "gömlek üstü kazak"la çok sevimli olduğunu düşünüyorum. Yazın da t-shirtlerle elbiselerle takarım hiç durmam.




Bu somon rengi çiçekli kolyeyi henüz takamadım, sıra gelmedi. Geyiklinin aksine bu ofis ortamına da uygun.  Beyazın, siyahın, pudranın üzerine olur.


Gördüğünüz gibi takıda gümüş-beyaz altın rengini değil de sarı altın rengini seviyorum. Bir takım kırolukların dışa vurumu da diyebiliriz :). Bu aslanlı kolye de yine geyikli gibi gömlek-kazak ikilisiyle en güzel olur bence. Ama daha yaz başındayız, kazaga çok var bekleyemezdim. Hemen her şeyle takılır bir kolye. Üstelik 1,5 dolar gibi komik bir fiyata.




Aslanlı kolyeden bir de Rihanna'da var. Aynı yerden aldık. Hem yaşam hem giyim tarzımız çok benzer.

Benim aldıklarım bu kadar. Denemek isterseniz sheinside'ı çok tavsiye ederim. Esen kalın.



26 Nisan 2014 Cumartesi

Kitap Alışverişi - 2


Son zamanlardaki alışkanlığım kitap alışverişimi dr.com.tr'den yapmak. Kitap başı ortalama 5 tl daha ucuza geldiğini söyleyebilirim. Bir de kitap dolu bir koli gelince mutlu oluyorum. Bu yazı ise bir istisna, kitaplar dükkandan alınma.

Esasında şurada bahsettiğim alışverişimde aldığım kitapları da henüz bitirmedim. Ama canım bunlara ara verip ingilizce kitap okumak istedi. D&R'da bakınırken kitap alma terapisine de ihtiyacım olduğunu hissedince şu dördünü aldım.





Jonh Grisham - The Partner: Türkçe bir kitap aşırı sürükleyici olmasa da bir kez içine girdim mi iyi kötü bitiririm, yarım bırakmam. Ama iş ingilizce kitaba gelince kesinlikle sürükleyici olması gerekir. Neticede ana dilim değil, kendimi zorladığıma değmeli, bir de konusuyla zorluk çıkarmamalı :) John Grisham severim, bir çırpıda okunur.  En son 4-5 yıl önce yine orijinalinden okumuştum kendisini, özlemişim. Kitaplarının tarzı birbirine çok benzediğinden bunu da bir çırpıda okurum kesin.

Kimberley McCreight - Amelia: Bunun kapağının renklerini sevdim. Arkasını okuyunca hikaye de ilgimi çekti. Açıp içinden birkaç sayfa okudum, ingilizcesi de çok kasıcı değildi. Tüm gereklilikleri sağladı, aldım.

Stephen Chbosky - The Perks of Being a Wallflower: Bu kitap uzun süredir aklımdaydı, tercümesini mi orijinalimi ni okusam karar verememiştim. Kitap zevki benimkine çok benzeyen bir arkadaşım ingilizcesini okumuş o da olumlu bahsedince ve ingilizcesinin çok kolay okunabildiğini söyleyince bunda karar kıldım.

Stephen Grosz - İncelenen Hayatlar: Bu da yukarıdaki perhizin lahana turşusu.  Kasaya yönelirken best sellerların önünden geçiyordum, az bakayım dedim. YKY'nin kapak tasarımlarındaki sadeliği çok beğenirim.  Siyak konturlu çerçeve içinde zarif tasarımları olur hep. Bu kitap da bu kapsamda ilgimi çekti.

Arkasında "Düşündüğümüz, yaptığımız şeylerin tutsağı olmak, dürtülerimiz, aptalca seçimlerimiz tarafından köşeye sıkıştırılmak, mutsuzluk veya korku tuzağına düşmek, kendi tarihimizce mahkum edilmek; bunlar hayatta çoğumuzun deneyimlediği şeyler. Böyle anlarda ilerleyemediğimizi hissederiz ama bir çıkar yol olduğuna da inanırız… Bu kitap değişimi konu alıyor. Değişimle kayıp hissi birbirine göbekten bağlı olduğundan  - yitirmeden değişim de olmaz - kitap yitimden de söz ediyor." yazıyordu.

Böylelikle kendini aldırdı.

Velhasıl sevgili okur, ihtiyaç olmamasına rağmen kitap alışverişinde huzur bulma amaçlı bir kitap alışverişiydi. Takip ettiğim bloglarda kitap alışverişi yazılarını seviyorum, aldığım kitaplardan bahsetmeyi de. Belki size de ilham olur.

Herkese sevgiler ve iyi haftasonları.




23 Nisan 2014 Çarşamba

Rimmel - Reggae Splash 705 Oje




Rimmel'in bu şişko kapaklı 'salon pro' serisini bir süredir merak ediyor denemek istiyordum, sonunda iki rengini aldım. İlki bu gördüğünüz. Öncelikle bu seriye dikkat ettiniz mi bilmiyorum, oldukça geniş bir renk skalasına sahip. Bu kayısı renginin bile bir açık bir de koyu tonu vardı.



Bu rengi kavun içi, turuncu ya da başka şekilde nitelendiremedim, bildiğiniz 'kayısı rengi'.
Şişede daha zottirik bi renk gibi duruyordu, tatillerde sürerim diye aldım ama tırnakta oldukça pastel ve yumuşak durdu. Hatta nude oje kapsamına bile girebilir, ofis için de uygun bence. Rengi ben bayağı beğendim.



Doku olarak açıkçası biraz hamursu buldum. Şöyle ki,  ya çok ince tabakalar halinde 3 hatta 4 kat süreceksiniz ki renk belli olsun, homojen görünsün. Ya da biraz yoğun iki kat halinde süreceksiniz ve kurumasını bekleyeceksiniz uzun süre.

Fotoğraflarda gördüğünüz 2 kat normal kalınlıkta sürülmüş, base coat veya top coat kullanılmamış hali. İşte iki katta rengi elde etmek isterseniz  de kuruması biraz zaman alıyor.


Yukarıdaki fotoğraf gün ışığında odada, alttaki ise açık havada çekildi. Yani açık havada daha nude tonlarına kaçarken nispeten gölgede daha turuncumsu oluyor.


Sonuç olarak çok bayıldığım veya çok şikayetçi olduğum bir yapısı olduğunu söyleyemem  bu ojenin. Ama rengi çok sevdiğim için yazın sık kullanacağımı düşünüyorum. Rimmel'den aldığım diğer rengi de kullandığımda yazacağım. 


Herkese sevgiler.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Pastel 05 Oje



Ben pembe-mercan oje sürmeyi yeni keşfettim sevgili okur. Pastel'in de sağolsun bu konuda bir hayli çeşidi varmış, gidip gidip alıyorum. Malum Pastel  de fiyatı dikkate alındığında oldukça güzel bir oje markası.

Bu da pembe tonlu bir mercan oje. Güneşte daha mercana dönüyor, lamba ışığında pembeye. İçinde minik minik sarı sim mi diyeyim toz mu diyeyim noktacıklar var. Bu da ışıltılı durmasını sağlıyor.


Tek katta rengini belli etmedi, iki kat sürdüm, tatmin edici derecede kapatıcı oldu. Uçlardan da ilk günden atma yapmadı, yapsa da 3. katı sürecektim :)



Gün içinde arada parmaklarıma bakıp bakıp mutlu oldum, yazın sık süreceğim ojelerden biri olacağı kesin.

Simleri belli olsun diye yakından çektim ama pek belli olmadı fotoğrafta, belki biraz işaret parmağında belli.


Herkese sevgiler.

15 Nisan 2014 Salı

Clinique Alışverişi



Haftasonu Boyer'de Clinique'in böyle bir 3'lü paketi kampanyadaydı. Bense Dior rimelim kuruduğundan rimel arayışındaydım. Aslında rimelimden memnundum ve tekrar aynısından alabilirdim, zaten son 6 rimeldir aynısını kullanıyorum. Ancak kendisinin fiyatı 82 TL olduğundan kıyamıyor ve son 1 aydır erteliyordum rimel alışverişini. Clinique'in bu paketini de görünce rimele 82 TL verene kadar bu pakete 99 TL vereyim deyip aldım.




İçinde bir tam boy rimel, bir chubby stick ruj ve bir de nemlendirici var.



Clinique'in chubby stickini uzun zamandır merak ediyordum, denemiş olacağım için mutluyum.

Paketinde kırmızı gibi duruyor ama sürünce hafif mercanımsı bir pembe. Bayağı doğal duruyor yine de renk veriyor. Yani Boyner'de denediğim tester'ı üzerinden konuşuyorum. Bunu henüz deneyemedim, deneyince yazarım.


Clinique High Impact Mascara: Bunun küçük boyunu daha önce duty free'den yaptığım bir alışverişte hediye vermişlerdi denemiştim. Gayet uzatıyor ve topaklanma yapmıyordu, temel beklentim de bu zaten rimelden. Ancak kendisi de 64 TL olduğundan bunu alana kadar Dior'a devam ederim diye tam boyunu almamıştım. Memnun kalırım diye tahmin ediyorum.



Bu da pakette bulunanlardan en az ilgimi çeken, nemlendirici. Şu an Kiehls'in nemlendiricisini kullandığımdan onun bitmesini bekleyeceğim bunu açmak için.

Açıkçası nemlendiricide eczane ürünlerinden şaşmamak lazım diye düşünüyorum, Kiehls'i de övgülere dayanamayıp almıştım. Bunu da kullanırım ama tekrar alacağımı şimdiden sanmıyorum zira kozmetikimsi bir nemlendirici neticede. Tabi belli de olmaz, kadife yaparsa cildimi kozmetik dinlemem alırım :)

Bu minik alışverişimden bahsetmek istedim.

Esen kalın.

13 Nisan 2014 Pazar

Kullandıklarım - 5




Hazır günlerden pazarken azalan / ortaladığım ürünleri bir araya getireyim de yazayım dedim. Saç, cilt ve dudak bakımı içeriyor bu defakiler.

Önce saç için olanlardan kısa kısa bahsedeyim:

John Frieda Luxurious Volume Şampuan: Önceki yazılarımı okuyanlar bilir, hep hacim şampuanı tercih ediyorum, saçlarım ince telli ve pek yoğun sayılmaz. John Frida'nın daha önce kahverengi saçlar için olan brilliant brunette serisini kullanmış ama hacim şampuanını denememiştim. Bunu bitirmek üzereyim.

Gayet güzeldi. Hiç bir şikayetim olmadı kendisinden.  Hacim de verdi. Zaten 20-25 TL skalasındaki (Aussie, Urban Nature vs.) drugstore markaları arasında favorimdir John Frieda. İleride tekrar alabilirim. İleride diyorum çünkü hem değişik markalar denemeyi seviyorum hem de hacim verirken az da parlaklık veren bi şampuan bulursam daha memnun olabilirm. Bu nedenle Rossmann'dan yukarıdaki kırmızı kapaklı minik Alterra şampuanı aldım denemek için. Gelişmeleri aktaracağım.

Downunder Naturals İnce Telli Saçlar İçin Saç Kremi: 1 aydan beri saç kremi kullanmayı bıraktım. Zira bir gün fön çektirirken kuaför saçlarım ince telli olduğundan saç kreminin daha da ince göstereceğini, kullanmasam daha iyi olacağını söyledi. Ben de bir deneyeyim dedim. Hakikaten de saçlarım bir tık daha az ince sanki saç kremi kullandığım haline göre. Tabi boyalı saçta çok uygulanabilecek bişey değil, benim sadece uçlarda az boya olduğundan taraması çok problem olmuyor.

Ancak kullanırken downunder naturals'ın bu kreminin çok işini görmediğini belirtmek isterim. Belki hacim verisi serinin saç kremi olduğundan, saçları taramayı pek de kolaylaştırdığını söyleyemem, kullanmışın kullanmamışsın hiç bir farkı yok. Saç kremi için durum böyle olsa da daha önce şurda yazdığım gibi aynı serinin şampuanını pek beğenmiştim. Bir de 500 ml olduğundan bitmiyor Allahım bitmiyor şampuanı da saç kremi de.

Tony and Guy Casual Sea Salt Texturing Spray: Ayy bunu da o kadar çok kişiden farklı zamanlarda ve birbirinden bağımsız olarak duydum ki dayanamadım aldım. Beklentim, ismiyle müsemma olması yani saçlarımı denizden çıkmış gibi yapması, zaten var olan ama boyadan taramadan silikleşen buklelerimi belirginleştirmesiydi. Fakat tek yaptığı saçlarımı yapış yapış ve kazık gibi yapmak oldu. Bir de deniz suyu etkisi demişler. Bu Tony ve Guy ya denize girmemiş ya dayak yememiş. Hiç sevmedim kısaca. 40 TL civarında fiyatı var. 2 defa denedim ve öylece duruyor.

Nivea Extra Strong Saç Köpüğü: Bu da basit bir saç köpüğü işte. Kullanıyorum, beğenim veya şikayetim yok. Bir kaç tüp bitirmişliğim var. Bunu bitirince Taft'ın köpüğünü almayı planlıyorum, bakalım o nasıl.

Gelelim ciltle alakalı ürünlere.


L'occitane Ultra Riche Eye Balm: Ben sıvımsı göz kremlerini daha çok seviyorum, nedeni de olur da makyaj yapacağım tutar, aydınlatıcı ya da concealer sürersem alttan göz kreminin kerme bağlamış gibi pul pul durmasını istememem. O zaman niye gidip balm aldın diyeceksiniz :) Çünkü yazın güneşlenme/deniz gibi etkenlerden dolayı yüzüm ve göz çevrem çok kuruyor ve bu balm çok iyi nemlendirecek gibi duruyordu. Makyaj yapacak olursam çok elverişli bir göz kremi olmadığını düşünmem rağmen yine de aldım. Tam da beklediğim gibi çıktı.

Göz çevreniz kuru/çok kuruysa muhteşem nemlendiriyor ve rahatlatıyor. Ama üstüne makyaj yapmaya kalkarsanız hafif bir kermelenme (yani böyle sanki yüzünüz soyulmuş gibi pıtır pıtırlaşma) oluyor. Bence özellikle yaz ayları için çok iyi bir göz kremi. Azıcık sürünce bile yetiyor, az pahalı ama çok uzun süre bitecek gibi durmuyor. Tavsiye ederim.

Kıvamı şöyle:




Kiehl's Ultra Facial Cream: Bir Kiehl's tutkusudur aldı gidiyor. 1851'den beri varmış ama bilmem siz Türkiye'de 2 sene öncesine kadar duymuş muydunuz kendisini. Ben duymamıştım. Nemlendiricim bitince Kiehls'inkini deneyeyim dedim.

Paketleme tarzı olarak kimisi böyle kavanoz sevmiyor hijyenik değil diye. Ben kavanoz seviyorum çünkü dibine kadar rahat rahat kullanabiliyorum. Zaten nemlendiriciyi yüzümü yıkadıktan sonra sürdüğümden ve yüzümü yıkarken mecbur elimi de yıkadığımdam sorun yok. Örneğin bundan önce kullandığın Avene tüpteydi ve aynen bunun gibi 50 ml'likti. Son 10-15 ml'ini çıkarıp da yüzüme sürene kadar akla karayı seçtim. Yani Kiehls'in bu nemlendiricisinin paketine 10/10 puan.

Dokusu işaret parmağımda gördüğünüz gibi, yani süt gibi değil de kremi formunda. Ama yoğun katı bir krem düşünmeyin, çok kolay sürülüyor, rahat dağılıyor. İlk hafta biraz yağlı gibi geldi, yüzüm sürer sürmez emmedi, sevmedim diye düşündüm.  Ama yüzümde yağlanma, sivilce, parlama vs yapmadı. Güzel de nemlendiriyor. Sadece normalde de parlamaya meyilli olan burnuma çok sürmemeye çalışıyorum, yüzümün diğer kısımları açısından oldukça memnunum. Cildiniz aşırı yağlı değilse normal-kuru ciltler için oldukça tatmin edici bir nemlendirici bence.



Lush Lemony Flutter: Bu ürünü ilk aldığımda şurada yazmıştım aslında ama fikrim değişti, hakkını vermek istedim. İlk başta sanki çok da işe yaramamış gibi gelmişti ama manikür yaparken tırnak etlerini kesenler bilir tırnak dipleri sertleşir ve oje sürmeyi zevksiz hale getirir. Bunu gece sürüp yatınca sabaha o sert tırnak dipleri yumuşacık uyanıyorunuz. 

Çok yağlı bir krem, gündüz sürmek zaten imkansız, gece de sürüp yatınca yastığa yorgana sürülüyor hem işini görmemiş oluyor hem yatak yağ oluyordu. Gratisten "nemlendirme eldiveni" olarak satılan polar eldivenlerden aldım, Lemony Flutter'ın sürüp eldivenlerimi geçiriyorum,  değil yatmak kitap bile okuyorum tırnak diplerim nemlenirken. Sabah da tırnak diplerim yumuşacık hale gelmiş oluyor, manikürü geciktirdiğinizde manikür ihtiyacını azaltıyor. 

Tabi yazın durum ne olur bilmem polar eldivenlerle :) 



Vaseline Lip Therapy Rosy Lips: Bunu Londra'dan Boots'tan almıştım ama sanki Türkiye'de bi yerde gözüme çarptı geçenlerde. Bu lip balmı da gece yatarken sürüyorum sabaha dudaklardaki pürüzleri götürmüş oluyor. Pembe ve tonlarındaki rujlarda dudaktaki pütürler çok rahatsız edici oluyor, bunu sürünce sabah rahat rahat ruj sürebiliyorum. Çok memnun olduğum üstelik aşırı ucuz da bir ürün.

Herkese iyi haftalar şimdiden.


Panorama 1453 Tarih Müzesi



Bugün kendimi bir anda Panorama 1453 Tarih Müzesi'nde buldum. Müzeden bahsetmeden önce ilk müşkülpesentliğimi yapmak isterim: "Tarih Müzesi" biraz fazla kapsamlı olmuş bu müze için. Zira sadece İstanbul'un fethine dair bir müze, o halde "Panorama 1453 İstanbul'un Fethi Müzesi" denmemeli miydi?


Müzenin en ilgi çeken, kalabalık toplayan ve fotoğraflık bölümü panoramik kısmnı. Ben de panoramik müzenin panoramik fotoğraflarını çektim. Bol panoramalı bir pazardı, bu kelimeyi de hiç bu kadar kullanmamıştım.




Panoramik kısım güzeldi, sanki surların arkasında savaştaymışsınız hissini fena olmayan bir şekilde veriyor. Şu top atma makinesinin falan orjinal kullanılanlardan olduğunu düşündük. Değilse bile hayal bedava.


Bu da kan gövdeyi götürürken poz kesen Fatih.


Bu top atıcısı gördüğünüz gibi oldukça gerçekçi. Yanındaki Tang mi Link mi neyse o şişesi de öyle :)



Evet evet fotoğraflara bakarken şimdi tekrar beğendim, panoramik kısım oldukça iyiydi. Marşlar çalıyordu kısık sesle de.



Çektiği fotoğraflardan en çok şu üsttekini sevdim. Bu sevgimin tarih/fetihten ziyade kasvetli bulutlarla alakası olabilir.




Müzenin bir de tarih anlatılan böyle bir kısmı var. Sabah erken gittik, panoramik tarafta 80 kişi varsa bu yazıların olduğu yerde de 3-4 kişi vardı diyebiliriz. Gelenler genelde türbanlı/çarşaflı kadınlar ve onların sakallı beyleri. Onlar da "oh nasıl müslümanlaştırdıııık" diye ağızlarının sularını akıtmaya geliyorlardır her halde, dolayısıyla durup da bunları okuyacak halleri yok.

Bi bir okumaya meylettik, anlatılanlar ortaokul kitaplarındakilerin aynısıydı. İstanbul'un fethinin sonuçlarından 5 tanesini yazınız: biiiiir, peygamberin dileği yerine gelmiş olduuu (yoksa hadisi miydi?!).



Bu da yukarıdaki panoramik kısmın küçültülmüş hali.


Müzenin çıkışındaki shopta valide sultanlar serisi vardı :) En soldaki Hürrem, Sağdan 3. ise kaynanası Hafza Sultan. Kösem Sultan da vardı ama hangisiydi unuttum.

Ya sahi, neden Hürrem / Nurbanu / Kösem / Safiye vs türü cazgır ve tarihe iz bırakmış sultanların giysilerin, takılarının vs sergilendiği bir müze yok bilmiyorum.



Çıkınca panoramikte gördüğümüz surları gerçekte gördük bu defa.

Müze girişinde Türklere bilet 5 TL, turistlere ticket ise 10 TL :) Tavsiye ederim, bir hafta sonu erkenden (kalabalık olmadan) 1 saatte gezip görmeye değer.



Şu lalelerin güzelline bakın.

Sevgiler.


10 Nisan 2014 Perşembe

Dizi Muhabbeti - 1


Bu aralar izlediğim dizilerden bahsedeyim dedim kısa kısa. Yeni dizilere takıldıkça bu postu tekrarlamayı planlıyorum.


2 Broke Girls: İddialı bir karşılaştırma olacak ama Friends'ten sonra her bölümüne güleceğimi bildiğim bir komedi dizisi bulamamıştım hiç. How I Met Your Mother'ı izliyordum 2-3 bölüm biriktirip. Ama o her bölüm güldüren bir dizi değildi bence, özellikle de sonlara doğru. Biraz da alışkanlıktan izliyordum. Sonra 2 Broke Girls'e denk gelim. Bölümleri kısa kısa, 25 dk civarında, tam çerez ve gülme garantili.

Fakir, ağzı bozuk, günü birlik yaşayan, bulduğunu harcayan eğlenceli Max ve karun gibi zenginken babası bir yolsuzluk kapsamında hapse girdiğinden ve tüm mallarına el konulduğundan sonradan fakirleşen, Wharton mezunu Caroline'ın ev arkadaşlığı ve maceraları diye özetlenebilecek bir konusu var. Gördüğünüz gibi konu itibariyle bir orijinalliği yok. Ancak bu ikisinin birbirine alışma süreci, birbirinin hayat tarzı ile ilgili yorumları çok çok çok komik. 2. sezondan başlayarak bu kısımlar geçiyor, daha başka maceralara yelken açıyorlar.

Boş kaldığım ama bir diziye kafa yormak istemediğim zamanlarda birikmiş yeni bölümlerini izliyorum, bayağı eğleniyorum. Bazen yeni bölümü yoksa eskilerden de açıp izlediğim oluyor.




Downton Abbey: Bir ingliz dizisi. Bölümleri nispeten uzun, 45-50 dk sürüyor. Ancak sezonları minik minik, örneğin ilk sezon sadece 7 bölüm. 

1. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde başlıyor. Leydi ve Lord Grantahm'ın 3 kızı var ancak başta Downton Malikanesi olmak üzere malvarlığını bırakacak bir oğulları yok. O zamanların miraz mevzuatı gereği miras Lord Grantham'ın erkek kuzenine kalacak. Bu aile de bu durumun üstesinden gelmeye, çözün bulmaya çalışıyor. Sonra olaylar gelişiyor. Ana konu gayet kabaca bir anlatımla bu. Bunun dışında çok geniş bir kadro ve hemen her ilişki açısından bir entrika var. Çok sürükleyici bir dizi. BEn dış mekan çekimlerinde gösterilen güpgüzel İngiltere kırsalı manzaraları ve çay içme sahnelerindeki muhteşem çay takımları için bile izleyebilirdim gerçi :). Bu aralar favori dizim.



New Girl: 2 Broke Girls'e sarmadan önce big müddet bu diziyi izlemeye çalıştım. Jess (Zoey Deschanle güzelliği), erkek arkadaşından ayrıldıktaın sonra kalacak yer aramaya başlıyor ve Nick, Schmidt, Coach isimli 3 oğlanla birlikte yaşamaya başlıyor. Arada Jess2in karakter olarak biraz zıttı olan kankası Cecilia da geliyor ortalığı şenlendiriyor falan filan.

Yaaaani, ne bileyim, espriler zorlama, dizi tutuk, Jess'in ev arkadaşı olan ve aslında sempati duymamız gereken oğlanlar antipatil geldi bana. 5 bölüm falan izledim ve usandım. Güleyim sesem güldürmedi, takip edeyim desem öyle heyecanla takip edilecek bir tarfı da yok. Çok beğeneni var ama ben sevmedim.

Multu günler!

9 Nisan 2014 Çarşamba

Essence 116 Gorgeous Bling Bling Oje



Essence'ın ucuz ama iş gören Colour & Go ojelerini seviyorum. Bu da pişmiş turuncu rengi. Işıltılı bir kiremit rengi.


İçinde ufak simler, pırıltılar var. Aslında simli oje denecek bir durumu olmasa da içindeki simler ojeyi silme sırasında biraz zorluk çıkarıyor.


Rengi oldukça beğendim,  sarı ve hardal rengi kıyafetlerle güzel olur. Yaz renginden ziyade sonbahar rengi.

Kalıcığı tipi essence, 2 gün hasarsız kullandım, 3. gün uçlardan hafif çıktı ben de sildim. Bence yeterli bir süre.



Sevgiler.

5 Nisan 2014 Cumartesi

Okuduklarım - 4 ve Kitap Alışverişi - 1



Şimdiye kadar hep psikolojik çözümlemeli, 2-3 defa okunabilecek türden kitaplar okudum. Son olarak Peyami Safa'nın sanırım tüm kitaplarını bitirdim ve  psikolojik çözümlemeye doydum. Şu yukarıda gördüğünüz kitapları da sonunu merak ettiren kitap arayışım sonucunda aldım.

Nasıl zevkle okuyorum ve sonunu merak ettiren, olay anlatan kitapları nasıl özlemişim anlatamam.



Fransız Teğmenin Kadını: Aşk romanı olduğu her halinden belliydi. Bunun dışında Viktoryen dönem İngilteresini, o dönemin ahlak-etik-aile-kadın-felsefe anlayışlarını anlatıyor. Ve benViktoryen dönem İngilteresi -ki 1800lü yılların sonlarına tekabül ediyor- ile günümüz Türkiye'si arasında aile ve kadın anlayışı açısından çok da bir fark göremedim maalesef.

Neyse içeriğe dair dedikodusal yorumlar yapayım biraz da. Bu kısmı kitabı okumayanlar okumasın:
Sarah'nın kitabın son sayfalarında, hayattaki rolünü anlattığı kısım çok etkileyiciydi. Sarah'nın dolambaçsız, net, akılcı ve rasyonel tarzı karşısında Charles'ın kasışlı ve kararsız karakterinin en güzel anlatımı bu kısımdaydı. Bu sayfaları okuduğumda Sarah'nın dupduru yaşam ve ifade tarzına bayağı özendim. Charles, sen de kukla oldun ve bence hak ettin. Kitabın başında çok klişeydin ve Sarah'tan bu tokadı yemen sana müstehaktı.

Filmini izleyeceğim, romanı sevdim üstelik filminde Meryl Streep oynamış. Daha ne olsun!



Cerrah: Ayy bu nasıl kanlı, cerahatli, neşterli irinli bir kitaptı anlatamam.

Kitabın kapağı ve arkasını gördüğümde okudukça tırsarım, kapılar kilitli mi diye kontrol ederim, kısaca kendi götümden korkarım sanmıştım ama daha ziyade bir dönem ameliyathanede yaşamışım gibi hissettim.

Tess Gerritsen bacımız meğerse John Grisham'ın tıpçı versiyonuymuş. Çok bayıldım diyemem ama kesinlikle sıkıldım da diyemem, merak ettiren bir kitap. Şahsen John Grisham romanlarını severim, bunun tıp versiyonunu okumak isterseniz bu kitabı tavsiye ederim. Ben de başkaca kitaplarını okumayı planlıyorum Tess Gerritsen'in.



Dolores Claiborne: Şimdi size bir utancımdan bahsedeceğim: bu okuduğum ilk Stephan King romanıydı. 

Ama ne kitap, bayıldım, çok sevdim, okurken sevdiğim bir yemeği yiyormuşçasına zevk aldım (bir  oburun zevk tarifi). Anladığım kadarıyla yazarın normal tarzından biraz farklı tarzdaymış bu roman. 

Anlatılan olay çok çok sürükleyiciydi.Gece yatakta gözler kapanırken "hadi 2 sayfa daha" diye insanı uyanık kalmaya zorlayan kitaplardandı. Bunun yanı sıra karakterler çok çok güzel işlenmişti. Durum, karakter ve olay tasvirlerine ayrı ayrı hayran kalarak, bazen yüksek sesle gülerek okuyup bitirdim. 

Vera ve Dolores'in yapış yapış olmayan dostluklarını ve akıl yarıştırmalarını çok zevkle okudum. 

Kısaca insan boşuna Stephan King olmuyormuş o kadar. Bir sonraki D&R siparişimde bir Stephan King kesinlikle olacak. Dolores Claiborne'u da çok ama çok tavsiye ederim.


Dokuz Günlük Kraliçe: 5 yıl önce herkesler okurken "ayy ben kralıçalı kitap mı okuycağ mışımm daha neler" diye hava yaparken geldiğim noktada her kitap siparişimde bir ya da iki kraliçeli kitap bulunuyor ve bu sayı gitgide artıyor. 

Bu kitap Leydi Jane Grey hakkındaydı. Kendisi bizim 8. Henri'nin bacısı Mary Tudor'ın torunu olan Frances Brandon'ın büyük kızı. Yani kısaca 8. Henri bu kızcağızın annesinin dayısı oluyor.

İçerikten çok bahsetme istemiyorum ispiyon olmasın diye ama kısaca bu kızceğiz aklı başında, kimsenin tahtında, korsesinde, saç fırçasında, mücevherinde gözü olmayan; kendi halinde, akıllı, trignometri problemi falan çözebilen, kitaplarıyla kendi çapında mutlu bir kız iken kör olasıca hırslı anasıyla babası yüzünden 9 gün İngiltere kraliçesi oluyor ve sonra harcanıyor.  Neyse bu kadarı spoiler sayılmaz. Zaten adından da belli işte 9 gün tahtta kaldığı :)

Az da yazardan bahsedeyim. Kraliçe kitapları okuyanlar bilir ki bu işin şahı Philippa Gregory. Fakat sizi temin ederim ki Alison Weir'ın da Philippa'dan geri kalır yanı yok, aynı sürükleyicilik, çok hoş bir anlatım. Philippa Gregory daha dizi tadındayken Alison Weir'ın azıcık daha tarihi roman kıvamında olduğunu söyleyebilirim. Ama tarihi derken çok az, yoksa tarihsel verilerin yanı sıra ya da tarihsel veri bulunmadığı yerlerde bolca kurgu kullanılmış. 


Sessiz Oda: Bu kitabı da bitirdim ama nasıl bitirdim bir de bana sorun! 

Kitabın arkasında "şizofreninin derinliklerine yolculuk edeceksiniz" tarzı yorumlar vardı. Fakat ki ne derinliği!! Kesinlikle hayır.  Oldukça yüzeysel ve 12 yaşında bir çocuğun bir akıl hastasını gözlemleyip yazacağı kadar basit bir kitap. 

Ayrıca kitabı Türkçeye çeviren Elif Kadıoğlu'nu da özgüveninden dolayı tebrik etmek isterim.  Zira ben o ingilizceyle roman tercüme etmeye yeltenmezdim, 'french fries'ı 'Fransız kızartması' olarak tercüme etmek nedir yahu? Ayrı yazılması gerekirken birleşik yazılan 'de'leri, yazıldıktan sonra okunmadığı her halinden belli olan cümleleri hiç söylemiyorum. Bitirdiğmde 'oh kurtuldum' hisiyatındaydım. 


Vampirle Görüşme: Bu kitabı da alıp bir üsttekine vurabilirsiniz. Anne Rice'ın çok hayranı var, vampir romanlarının ağa babasıymış. Twilight serisini okumuş, vampirli olmasını sevmiş ancak Bella'nın şımarık aşkından sıkılmıştım. Bu nedenle vampirli romanların anasını okuyayım kesin severim dedim. Ama üzgünüm sevmedim. Ancak anlatımı, tercümesi oldukça iyiydi. Benim sorunum içerikleydi.

Az da kitap alışverişimden bahsedeyim:

Mahkum Prenses: Aragonlu Catherine'i anlattığı kitap bu ve Tudor serisinin de ilk kitabı. Yukarıda belirttiğim kapsamda okumasam olmazdı, aldım.

Leydi Elizabeth: Alison Weir'ın yazım tarzını Leydi Jane Grey'de çok beğendikten sonra bir sonraki D&R sepetimde yer aldı bu kitap. Sanırım yazarın başka da Türkçe'ye çevrilmiş kitabı yok.

Kuşku: Olay anlatan sürükleyici kitap merakım kapsamında aldım bunu da, bi de D&R'da indirimde olduğu için. Elimden bırakamadamn bitirmek isteyeceğim bir kitapmış gib geliyor ama bakalım.

Yağmur Sonrası: Bu kitabı da kapağına ve yorumlarda insanların çok bayılmış olmasına kanarak aldım. Bi de insanlar Sarah Jio'nun okumadığım diğer iki kitabına aman aman nasıl bayılmıştı, eksik kalmadım.

Cennette Bir Yılan: Bu da D&R'da macera romanları bölümünde gezinirken pek bi best sellerıydı bi zamanların. Şimdilerin best sellerları bana pek hitap etmiyor, belki eskilerinki eder diye aldım.

Diyorum ki hayat biraz yavaşlasa, kışın gelmeyen kış şöyle 1 aylığına da olsa gelse, evde sakin sakin kitap okuyabilsem.

İyi pazarlar :)