14 Kasım 2014 Cuma

Barcelona 4. Gün

4. gün artık Barcelonalara, şehir merkezlerine sığamadım. Öbüüür ucundaki Tibidabo'ya gittim. Buraya ulaşım Laramblas'tan metro, otobüs ve fünikülerli 3 aktarma şeklinde. Füniküler bayağı dik bir yerden çıkıyor, pek hoş.









Tibidabo'da şu gördüğünüz katedral ve şu gördüğünüz lunapark var. İspanyollar Paris'teki Sacre Coeur'den geri kalmayalım diye Sagrat Cor adını verdikleri bu katedrali yapmış. Ne yalan söyliyim Scare Coeur'dan daha ihtişamlıma geldi benim. Baksanıza masal ülkesi gibin.

Katedral'de o yine gördüğünüz İsa'nın yanına çıkılıyor ve orası Barcelona'nın ennnn yüksek noktası. Kilisenin yarısına asansörler diğer yarısına yürüyerek çıkılıyor.

Açıkçası ben bazen bizim ofiste sigara içenlerle apartman boşluğuna çıkıyorum (plaza boşluğu) muhabbete. Orada 26. kattan merdivenlerden aşağı bakınca bayağı korkuyorum, atlayacak gibi oluyorum (yükseklik korkusu meğersem atlama korkusuymuş zaten, sonradan öğrendim), bakamıyorum falan.

Ama burda İsa'nın yanına çıkıp aşağı baktığımda korkmadım pek, ayaklarımın bağı çözülmedi, atlayasım da gelmedi. Ama çıkan turistlerden "aaaahhh, vuaaavv" sesleri verip pek tırsanlar da oldu. Kişiye bağlı demek.



Ay bu carouselleri de gördükçe geçen sene Noel'deki Berlin aklıma geldi. Chritstmas marketlerde her yerde bunlardan vardı. Kalp.


Neyse, dediğim gibi kilisede tırmanmaya başladım.


Yukarı, daha yukarı.


Jesus Chirst.


Doğrudur, en tepedeyim.  Of elli tane turiste verdim telefonu, biri güzel fotoğraf çekemedi. Şansıma çekik gözlü turist de yoktu :/


Çeşitli saintler keyfi sürdüm bir müddet.


 "Evladım, çekil ordan şu sofra örtüsünü silkeliycem!"


Aslında bayağı etkilendim bu heykellerden.


Sonra katedralin içine girip bir yarım saat kadar oturdum. Tütsüsünün kokusu çok mis ve sakinleştiriciydi. Huzur buldum.



Aslında Tibidabo füniküerine kadar bu tramwayla gidiliyormuş. Ama benim gittiğm gün çalışmıyordu o yüzden otobüsle aktardım.  Güzelime geldi, fotoğrafını çektim.


O günün akşamı Plaça Espanya'ya su ve ışık gösterisini izlemeye gittik. Malum 31 Ekim, Halloween. Bayrama katıldık biz de.


Aslında videlolar da çektim de buraya yüklemeyi beceremedim anlayamadığım bir nedenle. Özellikle Rodrigo Gitar Konçertosu çalarken yapılan ışık ve su gösterisinde çaktırmadan gözlerim doldu. Ağlak işte. Neyse ki hava karanlıktı, usulca hallettim o ağlama problemini de.


Neme lazım, belediye iyi çalışmış, vermiş coşkuyu vermiş ihtişamı.



Oradan da dönerken bir Lush'a uğradım. Bilenler bilir İstanbul'da Lush'lar bir bir kapanmakta, olanlarda da suratı asık satıcılar o ürün yok, bu ürün taze bitti, bu ürün yan yattı havasındalar. Burada güler yüzlü, bir sabundan dünyanın en önemli şeyiymişçesine bahseden sempatik satıcı kızlar sağolsun yüklü bir meblağı Lush'a yatırdım. Afiyet olsun.

Barcelona 3. Gün


3. gün bence gezdiğim yerler arasında ulaşması en zor olan Mont Juic'e gittim. Mont Juic kocaman bir bölgenin adı. Öncelikli olayı yukarı doğru tırmandığınızda şehir manzarası görmeniz. Sagrada Familia'dan Plaça Espanya'ya her yer gözüküyor. 


Sahilden yukarı doğru çıkarken bu Miramar Otel'i görürseniz doğru yoldasınız demek. Mont Juic biraz ıssız bi yer. Turistler de her yerine pek itibar etmiyor. Bu nedenle biraz tırsıtıcı.


Ben de yukarı çıktıkça çıktıkça baktım in cin top oynuyor, biraz turist toplaşması gördüğüm yere gittim. Teleferikmiş meğer bu toplaştıkları yer. Bu kadar turist biniyorsa doğru bi yerlere götürüyordur dedim ve bindim.


Teleferikte yanımda oturan fransız turist beni baygınlık geçiriyor gibi çektiyse de aslında fotoğraf öncesi saçımı düzeltme hamlesi yapıyordum :) Turistik gezilerde yanınızda şöyle efendi gibi fotoğrafınızı çeken bir japon turist taşımak şart.


Sonra o teleferik meğersem Castel de Montjuic denilen Mont Juic'teki kaleye gidiyormuş.





Gezdim bu şatoyu böylece. Burası da pek yüksek bir bölge ama manzarası tersaneler. Çok açmadı.



Dediğim gibi Mont Juic çok büyük bir bölge ve amaçsızca gezindim. Castel de Montjuic'i gezip bitirince o kadar yolu geri yürümeyi gözüm kesmedi. Teleferikle geri dönsem de yine aynı yerden aşağı yürümem gerekecekti. Ben de otobüse bineyim de Plaça Espanya'ya gideyim, ordan metroyla aktarırım bir yerlere dedim.

Aman yarabbi, otobüs Poble Espanyol diye bir yerden geçmesin mi!  Burası tüüüm Barcelona içinde en bayıla bayıla gezdiğim, en fotoğraf çekmelere doyamadığım en dönmek istemediğim yer oldu.



Burası bir fuar sırasında kullanılmak üzere İspanya'nın farklı bölgelerinden mimari stillere göre inşa edilmiş minik minik yapılardan oluşan bir köy.


Şu sokakların güzelliğine bakın. En az 100 fotoğraf çekmişimdir, bunlar sadece bir kaçı.



O kadar bırakıp gitmek istemedim ki önce oturup bu sevimli manzaraya karşı sangria içtim.




Şu balkonun önünde de fotoğraf çekilmesem olmazdı.


Sonra paella ve oraların yerel birası Estrella götürdüm.


Sonra artık yeterince gezdiğime ve daha fazla bişey yiyemeyeceğime kanaat getirip metroya ulaşmak üzere otobüsle Plaça Espanya'ya gittim.


Bi baktım ki burdaki fıskiyeleri açmışlar. Pek ihtişamlı olmuş. Bu fıskiyeler bazı özel günlerde açılıyor. Biz ordayken Halloween'e özel açılmıştı. Bir akşam su ve ışık gösterisi oldu, bu kısmı oraya saklıyorum ve geçiyorum.


Espanya Meydanı'ndan metroyla Camp Nou'ya gittim. Futbolla ilgili biri değilim, sevmem de ancak stadyumdan çok etkilendim. Tüylerim diken diken oldu. Futbol sevenlerin hem stadyum hem de müzeyi gezerken çok çok daha fazla etkileneceğini tahmin ediyorum.






Biraz da müzesini gezdikten sonra döndüm.


Barcelona'da dükkanlar pek beğendiğim şekilde İstiklal Caddesi'nin 10-15 yıl öncesi halindeki dükkanlara benziyordu. Şimdi "o zamanlar peraya şapkasız çıkılmazdı azizim" havasına girmek istemiyorum ama bizdeki tüm dükkanlara gelen o milenyum havasını sevmiyorum.  Şöyle bir vitrin gibisi var mı?



3. gün akşamı bu defa güzel bir akşam yemeği için yin Barcelonata tarafına gittik. Oradaki balık restoranlarından birine oturduk. İsmini hatırlamıyorum ama hepsi birbirine benziyordu.





Yemekler, içmekler.



Yemekten sonra herkese şu sarı şeyden getiriyolardı. Turistis biz, eksik kalır mıyım, hemen tarifle ve heyecanla bize de istedim. Meğer limoncello tarzı bişeymiş. Çok keskindi, tabii ki içemedim. Yanında da bademli kekle ikram ediyorlar.


Yemeklerimizi yedikten sonra gece kulüplerinin arasında gezerekten Casino'ya gittik.


Doğrudur, turistliğin sonuna yakşaştığım için biraz hüzün çökmüştü.