20 Mayıs 2015 Çarşamba

İrlanda 1. Gün - Dublin

Merhaba pek sevgili okurlarım,

Bugün ve konunun uzunluğu dikkate alındığında belki yarın ve devam eden günlerde sizlere 4,5 günlük İrlanda gezimizden bahsedecek, gitmek isteyenlere ışık olacak, gidenlere "ay ne güzel yerlerdi" deme fırsatı yaratacağım.

İlk gün sadece Dubin'deydik. Sonraki günlerde yerimizde durmadık. Dublinlere sığamadık.

THY'nin sabahın körü uçuşlarından biriyle yola çıktık ve öğlen indik. Önce otele gidip valizlerinizi bıraktık. İçimiz kıpır kıpır şekilde 10 dk yerleştik, otelin manzarasını sevdik ve çıktık.


Biz Temple Bar'daki Elize Lodge Otel'de kaldık. Şansımıza ferah ve güzel manzaralı bir oda denk geldi. Gündüz şöyle olan oda manzaramız gece ışıklarla daha da şahane idi.


Dublin'de ilk durağımız otel'den çıkıp Liffey Nehri boyunca 10 dk yürüyünce ulaştığımız The Brazen Head idi. Burası çok adı geçen, mutlaka uğramak gereken publardan biri. Geceleri canlı müzik de oluyor, biz öğlen yemeği için gittik ancak daha sonra gece gitmeye fırsatımız olmadı. Ortamı da yemekleri de güzeldi.


Şu gördüğünüz traditional irish yemeklerinden yedik. Öndeki benim yemeğim, bayağı evde annenin yaptığı haşlamalar gibiydi. Patatesleri de dondurma kaşığıyla koymuşlar, şekilseller.


Doyunca gerisin geri Temple Bar'dan dönerek gezimize başladık. Şu oralarda hoş bir şekerciydi.



Bu da Irish Whiskey Museum'un girişi. Girdik, şöyle bir gezdik. Bu müzede 1 saatlik ve sonrasında viski tadımı içeren tur da düzenliyorlar. Biz katılmadık. Viski denemelerimizi başka bir geec barda kendi kendimize yapacak idik. 


Bu da Trinity College'ın Irish Whiskey Museum'un penceresinden görünen hali.


Viski müzesinden çıkınca ver elini Grafton Street dedik. Grafton Street bol miktarda mağazaların az miktarda cafelerin pubların bulunduğu, illa bi yere benzet derseniz İstiklal Caddesine benzetebileceğimiz bir cadde.



Şu Gino's denilen dondurmacı pek çok yerde var Dublin'de. Biz de baktık millet yiyor hemen aldık. Neden? Çünkü obur idik ve obur gezimizin daha sadece başlangıcındaydık.


Bu da aynı dondurmacının çok güzel olan tavanı.


Devasa dondurmalarımızın bir kısmını yedikten sonra yürümeye devam ettik ve Saint Stephen's Green'e vardık. Burası bir park bahçe. Yukarıda gördüğünüz kapısı, aşağıdaki muhteşem manzaralar ise sadee fotoğrafa sığan kısmı. Huzur dolu, muhteşem bir yer. Yeşilin abartısız 100 tonu ile, gelip size poz veren asil kuğuları ile, cividik cividik kuş sesleri ile Dublin'de yaşasam en az haftada bir gitmek isteyeceğim yerlerin başında gelirdi.



Çok, çok, çok ama çok yeşildi.





Biz ordayken pıt pıt yağmur yağmaya başladı, çok ıslatan değil ama pis pis yağan yağmurdandı. Yağmurluk götürmek hele de eli kolu dolu turist için büyük kolaylık.



Hiç çıkmak istemedik St Stephen's Green'den fakat ki her güzel şeyin bir sonu var idi. Parklar akşam belli bir saatten sonra kapanıyor idi ve biz acıkmaya başlıyor idik.Oradan çıkıp St Stephen's Green'in olduğu caddede yürüdük, akşam erken uyuya kalmamak için Starbucks'ta birer kahve içtik. Az dinlendikten sonra taksiye binip daha önce canlı müzik açısından pek tavsiye edildiğini gördüğümüz The Cobblestone'a gittik.


Girdik bir 10 dk durduk fakat burada yemek servisi yoktu ve olan bar yemekleri yiyebilmek için de oturacak yer yoktu. Canlı müzik vardı, geleneksel İrlanda müziği. Biraz daha erken gitmiş olsaydık dinlemesi bayağı eğlenceliydi.


Biz de hem pub ortamı plan hem geleneksel İrlanda tüketimine katılabileceğimiz, taksicinin de önerdiği Mulligan's Grocer'a gittik.


Yukarıdaki çorba, aşağıdaki biralar ve fotosunu çekmeyi unuttuğum bacon burgeri paylaştık. Sevdik, zevk aldık.


Ortam böyle idi.

Gecenin ilerleyen saatlerinde viskisini kendimiz seçtiğimiz muhteşem birer irish cofee içtik, içimiz ısındı, dışarıdaki soğuğa direncimiz arttı. Dönüşte otelimizin bulunduğu Temple Bar'a kadar yürüdük.


Temple Bar gece böyle idi. Bir iki pub'a uğrayıp ortama bakıp otele döndük. Sabah erken kalkmışlıktan, yorgunluktan ve muhtemelen bira ve viskiden sızdık.

İlk 3/4 günümüz böylece tamamlanmış idi.


Hiç yorum yok: